A Hidden Life

Terrence Malick’in yönettiği A Hidden Life (Gizli Bir Yaşam) filminin eleştirisi.

Yönetmen: Terrence Malick
Yıl: 2019
Tür: Dram, Tarih
IMDB: 7.5
Süre: 174 dakika
Puan: ★★★☆☆
August Diehl - A Hidden Life filminden bir sahne

Terrence Malick’in yönettiği A Hidden Life (Gizli Bir Yaşam), Avusturyalı bir çiftçi olan Franz Jagerstatter’ın İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi ideolojisini ve savaşmayı reddedişini anlatıyor. Franz (August Diehl), kendisine tutkuyla bağlı olan eşi Fani (Valerie Pachner) ve üç kız çocuğuyla birlikte Alplerin yamacındaki cennetvari bir köyde mutlu bir yaşam sürmektedir. 1939 yılında orduya alınan Franz, askerliğini tamamlayıp köyüne geri döner. Fakat döndüğünde ahlaki ve dinsel gerekçelerle haksız bulduğu bu savaşa ortak olmamaya yemin etmiştir. Bu tavrından dolayı, hızla Nazi ideolojisinin saflarında hizaya girmekte olan köy ahalisi tarafından dışlanır. Tekrar askere çağrıldığında, Nazi yeminini etmediği için tutukluluk ve zorlu süreçlerle yüzleşir.

A Hidden Life’ta Terrence Malick sıradan insanların ahlaki ve bireysel direnişinin tarihe şekil vermede bir rolü olup olmadığını sorguluyor. Siyasi bir angajmanı olmayan, direnişinin kaynağını ahlak ve dinde bulan Franz’ın yaşam öyküsünden hareketle, Malick’in bu soruya verdiği yanıt kesin bir “evet”. Bu sorunun, film boyunca, hem Nazi ideolojisine adanmış görünen kişilerce, hem de Franz’ı haklı bulan ve fakat onunla aynı pozisyonda olmaktan korkanlar tarafından Franz’a yöneltildiğini görüyoruz. Franz bu soruların karşısında çoğunlukla sakin ve sessiz kalırken, bazen inandığı doğrultuda yaşamanın kendisi için bir zorunluluk olduğunu ifade ediyor. Mış gibi yapmak, ağır bedellerden kaçınmak için çoğunluğa uyum sağlamak Franz için bir opsiyon değil.

Yer yer bu sorunun farklı boyutlarının eşildiği de oluyor. Franz’ın bu tercihi yalnızca bireysel bedelleri beraberinde getirmiyor. Aynı zamanda, köyde yaşayan eşinin ve çocuklarının da şiddetli bir dışlanmaya maruz kalmasına yol açıyor. Franz’ın bu tercihi onlar adına da yapmaya hakkı var mı? Bir sahnede, bir Nazi görevlisi, Franz’a mahpusluğu sırasında Nazi askerlerinin botlarını boyadığını, kum torbalarını doldurduğunu ve bu yüzden onun da savaşa ortak olduğunu söylüyor. Savaşta Franz’ınki gibi bir çekimserlik ve masumiyeti korumak mümkün mü? Hepimiz suç ortağı değil miyiz?

Film bu ikincil sorulara hiçbir yanıt vermiyor. Bu bana benzer dini altmetinlere sahip olan Steve McQueen’in Hunger (2008) filminde Bobby Sands ile bir rahibin konuştuğu sahneyi anımsattı. Franz ve Sands’in politik konumları ve kişilikleri çok farklı olmakla birlikte, Hunger’da çetrefil konulara girmekten çekinmemenin ve yöneltilen sorulara bazı cevaplar vermeye çalışmanın filme çok şey kattığını görebiliyoruz. Hatta Hunger’ı “yapan” sahnenin o sahne olduğu söylenebilir. Malick’in soruları sorup kenara çekilmesinin kaçırılmış bir şans olduğunu düşündüm.

Film güzel çekilmiş, köy hayatının ve doğasının güzelliğini görselliğine katan ve bundan güç alan bir yapım. Bu doğal güzellik, tematik olarak da, insanların yapay ve yıkıcı ideolojilerinin karşısına konuluyor. Bir yanda inekler, ekinler, çayırlar ve dağlar diğer yanda bürokrasi, hapishaneler ve ordu var. Fakat, filme çok da merkezi olmayan bu vurguyu yapmak için, köy hayatından sahnelere bu kadar uzun süre yer vermek iyi bir tercih değil.

Bu da beni filme dair en büyük eleştirime getiriyor. Film uzun. Oldukça çizgisel bir hikayeye sahip olması ve sorgulamalarını sınırlı tutması, yaklaşık 3 saatlik bir ekran süresini hak etmiyor. Bu epik bir film değil. Seyirciye bu şekilde sunulmasına da gerek yok. Sonuçta, aynı vurguların 10 kere tekrar edildiği, sahnelerin fotojenik estetiğinin dışında filme bir şey katmadığı bir ürün karşımıza çıkıyor. Son yılların filmlerinde 3 saatlik seyir süresi neredeyse bir standart haline geldi ki, hoş değil. Biraz editing lütfen.

The Tree of Life (2011) filminden de aşina olduğumuz Terrence Malick, güçlü sinematografisini bu filmde de gösteriyor. Benim Inglourious Basterds (2009) filmindeki Nazi subayı rolünden hatırladığım August Diehl, karizmasıyla başrolü başarılı şekilde üstleniyor. Filmin en iyi oyunculuğu Fani rolünde Valerie Pachner’e ait. Kendisini umarım gelecekte daha fazla görme şansımız olur.

Sinemap Bülteni

Sinemap’ın haftalık bültenine abone olmak için emailinizi girin.