Pedro Almodovar’ın son filmi Pain & Glory’de (Acı ve Zafer), yaşlanmakta olan bir yönetmen geçmişine bakıyor. 80lerde çektiği bir filmle üne kavuşmuş olan yönetmen Salvador Mallo (Antonio Banderas), türlü sağlık sorunlarından muzdarip ve yaşama şevkini yitirmiş birisidir. Film, Mallo’nun uzun süredir temas kurmadığı iş hayatından ve romantik hayatından tanıdıklarıyla tekrar karşılaşması ile filme flashbackler olarak giren, yönetmenin çocukluğuna dair hatıralarından oluşuyor.
Pain & Glory, Almodovar’ın kendi hayatından yola çıkarak yazıp yönettiği, yaşamın içinden sanatsal üretimin nasıl çıktığına dair bir deneme. Almodovar’a göre, yaşam ve sanat arasındaki bu yakın bağı sağlayan ve sürdüren şey arzu. Arzunun bittiği yerde, depresyonda, arzuyu yeniden diriltmenin yolu belki de onu geçmişin arzu dolu anlarında aramak. Bu amaçla, Almodovar, geçmişinde iz bırakmış insanlarla ilişkilerini ve en çok da çocukluğunu mercek altına yatırıyor.
Mallo’nun çocukluk dönemine dair hatıraları bilinçli olarak toz pembe ve masalsı bir biçimde ekrana yansıtılmış. Bu tercihin hikayeyi melankoliye boğması (daha az usta bir yönetmenin elinde) oldukça mümkün. Ama Almodovar, özellikle yetişkin Mallo’nun annesiyle olan sohbetinde, büyümenin acılarının, kendine has bir kimlik edinmenin zorluklarının altını çizerek bundan kaçınıyor. Bununla birlikte, filmin, geçmişi sanatın kaynağı olarak tanıyan, anılara sempatiyle ve nezaketle yaklaşan bir yönü kesinlikle var. Belki de geçmişle böyle bir barışmışlık, arzunun yeniden dirilmesi için gereklidir.
Almodovar’ın filmlerine herkesten daha aşina olan Antonio Banderas rolünün hakkını veriyor. Pasifleşmiş, motivasyonunu yitirmiş birisinin depresif ve bazen çekilmez halini beden diliyle başarıyla anlatıyor. Penelope Cruz, Mallo’nun çocukluk anılarındaki annesi olarak çok etkileyici bir performans sergiliyor.
Pain and Glory, yönetmenine özel ve onun gerçekliğine sadık kalan, ama ele aldığı hayatın trajedi mi yoksa komedi mi olduğu konusunda belirsizliği seçen bir film.