The Irishman, zaman ve insan iradesi temalarını ele alan, Martin Scorsese’nin 3 buçuk saatlik son epik filmi. Film, Bay of Pigs işgali, Kennedy suikasti ve filmin ana konusunu oluşturan sendika başkanı Jimmy Hoffa’nın (Al Pacino) “kaybedilmesi” gibi örnekler üzerinden Amerikan siyasi tarihinde organize suçun rolüne bir bakış atıyor. The Irishman, Charles Brandt’ın I Heard You Paint Houses adlı kitabından uyarlanmış ve olaylar Frank Sheeran (Robert De Niro) adlı bir mafya üyesinin gözünden anlatılıyor.
Scorsese, Amerikan yakın tarihini şekillendiren olaylardan bazılarına yukarıdan bakıp, bunların içerisinde bireyi, bireyin iradesini ve ahlakını konumlandırmaya çalışıyor. Geniş zaman dilimine yayılmış, toplumsal çapta olaylarla, bireyin, ilişkilerinin ve iç dünyasının arasında bir köprü kurma çabası çok etkileyici. Scorsese, bu tarihin şekillenmesinde önemli roller oynamış “güçlü” insanların, zaman tarafından alt edilmesini, her şey olup bittiğinde pasif unsurlar olarak hissetmelerinin gerekçelerini sorguluyor. Bu iradesizliği irdelerken, the Irishman, toplumsal yapı ve kurumların sürekliliğinin ve yeniden üretiminin birey iradesi üzerindeki belirleyiciliğine işaret ediyor. Eğer suçun organize biçiminde suçlunun bir iradesi yoksa, kişi geçmişe baktığında işlediği suçlar için bir sorumluluk ya da pişmanlık hissedebilir mi?
Öte yandan, The Irishman, Scorsese’nin belirleyici olduğu “mafya sineması” için bir kapanış etkinliği ve saygı duruşu gibi hissettirdi. Elbette bunda seçilen oyuncu kadrosu bir izlenim yaratıyor. Ama, yönetmen için bu filmin otobiyografik bir yönünün olduğu da açık.
The Irishman, Scorsese sinemasının klasik unsurlarını kullanan, derin temalarla boğuşurken arada komediye göz kırpan ve böylece seyir süresini bir nebze dayanılır kılan bir yapım. Filmdeki yaşlandırma ve gençleştirme teknikleri pek ikna edici değil, ama olsun. De Niro, karakterinin duygularını bulmada ve ifade etmede çektiği zorluğu çok başarılı aktarıyor. Ama rolünde parlayan aktör kesinlikle Joe Pesci .