Donald Glover ve ezilenlerin propagandası

Guava Island filmi üzerine iki kelam

Donald Glover’ın ismini ilk Atlanta dizisinde duymuştum. Glover’ın yapımcılığını ve başrolünü üstlendiği Atlanta, televizyonda son yıllarda ortaya çıkan en güzel işlerden biri. Birkaç istisna dışında birbirinin kopyası olarak türeyen ve her bölümünde ezberlerini yineleyen TV dizilerinin çağında, Atlanta ekranlara gerçekten farklı ve yeni bir nefes getiriyor. Bir dizinin “iyi” olabilmesi için her bölümünde orijinal bir fikri ileriye sürmesi gerekmiyor. Misal, 2000lerin en aşmış dizilerinden Mad Men, “kötü geçmiş bir çocukluğun travmasını taşıyan problemli, karizmatik, beyaz erkek anti-heroyu” hikayesinin merkezinde tutarak, 7 sezon boyunca mükemmel derinlikte ve kültürel öneme sahip bir çizgiyi izleyebildi. Fakat, bunu öncülü olan The Sopranos’un ele aldığı temaların çerçevesinden çok da çıkmadan, benzer bir derdi sahiplenerek yaptı. Atlanta ise (büyük ihtimalle) kültür evrenimizin dönüm noktalarından birine denk geldiği ve başlangıcında yer aldığı için Mad Men’den ziyade The Sopranos’a benziyor. Bununla birlikte Atlanta’nın “siyahlar tarafından, siyahlar için” üretilmiş olması, The Sopranos’a eş çapta bir etkiyi yaratamamasına yol açacak, maalesef.

Glover, Atlanta’dan önce de Childish Gambino adıyla rap müzik yapıyordu. Sonra SNL stand-upları ve “This is America” şarkısı ile turnayı gözünden vurdu. Bu şarkı siyahların siyasal bilincindeki kitlesel uyanışı ifade eden ‘wokeness’ akımının temsillerinden biri oldu. Oyuncu olarak da, şarkıcı olarak da, yapımcı olarak da çok başarılı. Helal olsun!

Glover’ın son çalışması, kardeşi Stephen Glover ile birlikte yazdığı 50 dakikalık Guava Island. Yönetmen koltuğunda Glover’ın Atlanta’da birlikte çalıştığı ve This is America klibini de çeken acayip yetenekli Hiro Murai oturuyor. Oyuncular arasında ‘Black Mirror’ ve ‘Black Panther’dan tanıdığımız Letitia Wright ve hepimizin aşık olduğu Rihanna var. Daha ne olsun.

Rihanna ve Donald Glover, Guava Island
Rihanna ve Glover • Guava Island - 2019

Guava Island, tropik bir adada, sömürücü bir patronun buyruğu altında çalışan insanların hikayesini anlatıyor. Küba’da çekilen filmde, gereğinden fazla sahne süresi alan Glover, radyoda çalışan Deni Maroon adlı bir müzisyeni, gereğinden az sahne alan Rihanna ise Deni’nin sevgilisi Kofi’yi oynuyor. Bu adada insanlar nadir bulunan bir ipek türünün dokumacılığını yapıyorlar ve haftanın her günü çalışıyorlar.

Guava Island eğlenceli, bol renkli ve bol müzikli bir film. Yoksul insanların hikayesini dramatize etmeden anlatıyor. Fakat karakterler yeterince geliştirilmediği gibi, bazı yerlerde yoksul insanların hayatlarından fırlayan karikatürleştirilmiş bir mutluluğu yansıtmaya fazlaca gayret gösterilmiş. Kötü patron, mutlu yoksullar. Tanıdık hikaye. Etkileyici görselliğinin dışında sanatsal olarak da tatmin edici olmaktan uzak. “Kafes içindeki kuş” gibi çoktan ölmüş bir metafor bu zamanda çalışmıyor.

İnternetten okuduğum kadarıyla, filmin değerlendirmelerinde yaygın olan kanı da bu yönde. Guava Island yeterince sanatsal, yeni, farklı vesaire değil. Glover’ın filmde kendini ve müziğini bu kadar öne çıkarmasının eleştirisi elbette gerekli ve haklı.

Fakat bence eleştirilerin gözden kaçırdığı husus Guava Island’ın “sanat yapma” kaygısının ikincil olduğu. Guava Island her şeyden önce bir propaganda filmi. Ve bizim bugün çok ihtiyacımız olan türden bir propaganda.

Glover, nasıl Atlanta gibi ırkçılığı siyahların gözünden anlatan denenmemiş bir şeyi FX kanalına yayınlattıysa, emek sömürüsüne karşı direnişi anlatan Guava Island’ı da emek sömürüsünün kallavi aktörlerinden Amazon aracılığıyla yapıyor.

Elbette büyük kapitalistler, ezilenlerin propagandasını yapmak için kandırılmış falan değil. Öte yandan, The New Yorker’ın geçen sene yayınladığı bir yazının başlığında dediği gibi “Donald Glover sizi kurtaramaz”.

Egemenlerin ezilenlerin siyasal tepkilerini soğurmadaki becerisi de Glover’dan işçi sınıfının bir kahramanı çıkmayacağı da belli. Fakat, Amazon tarafından yayınlanan işçi sınıfı mücadelesi oksimorununu ortaya atacak bir sanatsal iradeye ihtiyacımız var. İşçi sınıfına has propaganda, işçi sınıfının kazanımla sonuçlanan hikayeleri özellikle 1990 sonrasında bitmiş bir anlatı. Bugün bu anlatıyı yeniden canlandırmak ve onu anaakımlaştırma riskini almak gerekiyor.

Sinemap Bülteni

Sinemap’ın haftalık bültenine abone olmak için emailinizi girin.