Küçük kötülük masalları

Wild Tales filminin düşündürdükleri.

Damian Szifron’un yönetmenliğini üstlendiği Wild Tales filmi öç, gündelik şiddet ve adalet temalarını işleyen 6 kısa hikayeden oluşuyor. Wild Tales, insanların yaşam öykülerindeki şiddetli kırılma noktalarının gündelik rutinin içerisinden doğuş sürecini ele alıyor.

Hikayelerin çoğu, olağan bir sahneyle başlayıp sert bir şiddet eylemiyle sonlanıyor. Yönetmenin sıradan ve sıra dışı, kurallar ve anarşi arasında gerçekçilikten taviz vermeden kurduğu yakın akrabalık, izleyiciye normalin korkutuculuğunu hissettiriyor. Gündelik hayatımızın küçük kötülüklerle dolu dünyasından büyük kötülükler evrenine geçiş varsaydığımız kadar zor olmayabilir.

Biz, küçük kötülüklerin insanlarıyız. Ufak hırslar, mini çakallıklar, üstünlük yanılsamaları, abartılı öz sevgi gündelik hayatımızın vazgeçilmez mikro-politikalarından bazıları. Çoğumuz bu pratiklerle hayatımızı mutlak biçimde daha yaşanır kılmıyoruz. Ama bireyin biricikliğini keşfetmesi ötekine sıradanlık atfetmesiyle eş zamanlı gelişebiliyor. Ötekinin küçük kötülüklerle değersizleştirilmesi, hayatımızda kendimize, sadece kendimize ait ufak bir haz alanı açıyor. Yanımızdakine dirsek atıp biraz daha rahat nefes alabiliyoruz.

Kötülüklerimizin küçülmesinin ve sıradanlaşmasının bir tarihi var. Modernleşen devlet, cinayeti, soygunu ve tüm büyük kötülükleri elimizden aldı. Foucault’un dediği üzere, devletin ceza uygulamasında tebaasının sahip olduğu şiddet kapasitesini aşması modernite öncesi siyasi iktidarın inşasında kritik bir yer tutuyor. Basit bir infazdan ziyade, ölüme mahkum edilen kişinin topluma açık bir şiddet pornografisi içinde bedeninin parçalanması ve yakılması, bireyin güçsüzlüğü karşısında devletin şiddet kapasitenin mutlaklığını vurgulamayı amaçlıyor. Modern zamanlarla birlikte, daha etkili bir disiplin sisteminin inşasında, devletin bilgi üzerindeki tekeli, şiddet üzerindeki tekeline kıyasla öncelik sahibi oluyor. Adalet algısının değişimi bilginin tekelleşmesine eşlik ediyor. Durkheim babanın dediği üzere, suç artık kerametli iktidarın varlığına karşı değil, toplumun birliğine ve “ortak değerlerine” karşı işlenmiş kabul ediliyor ve cezayı bu yüzden hak ediyor. İktidarın denetim mekanizmaları toplumun hücrelerine inerken, devletin kendisinin olduğunu sanan toplum-tanrı böyle doğuyor. Böylece kendimizin yargıcı olmayı bırakıyoruz. Büyük kötülüklerin tekelini devlete teslim edip, küçük kötülüklü oyunlarımızı oynuyoruz.

Öyleyse doğrudan devlet kaynaklı olmayan büyük kötülükler toplumsal hayatta neden hala var? Aklıma gelen birinci sebep, devlet-toplum ilişkisinin batılı örneklerine mesafeli özgün bir modernleşme sürecinden geçmesi. Wild Tales’in geçtiği Arjantin’de ve bizim ülkede, kendisini tehdit altında hisseden, iktidarını sivil topluma yönelmiş şiddet gösterileriyle koruma-kanıtlama alışkanlığını devam ettiren bir devlet geleneği sürüyor. Guillermo O’Donnell’in Arjantin için kullandığı “bürokratik otoriterlik”, toplumla sürekli şiddet bazlı ve apolitikleştirme amaçlı ilişkilere giren, en üst kapitalist fraksiyonların ve teknokratların egemenliğine hizmet eden, toplumsal sorunların teknik sorunlar olarak algılandığı, kültürel ve ekonomik dışlanmanın hakim olduğu bir devlet mantığını ifade ediyor. Bu mantığın devamı vatandaşlık hak ve özgürlüklerinin sürekli kısıtlı tutulması, hukukun egemen grupların çıkarları doğrultusunda esnetilebilmesi ve organize toplumsal grupların dağıtılmasına bağlı. Bu ülkelerde, devlete karşı işlenen suçların önceliği ve şiddetin ve hukuksuzluğun yukarıdan aşağıya süzülmesi, toplumsal hayatta küçük kötülüklerden büyük kötülüklere geçişi bireyler açısından kolaylaştırıcı faktörler olabilir.

İkincisi, her ne kadar baskılanmış olsa da büyük kötülüklere dair ilkel fanteziler orada bir yerde duruyor. Geçmişimizde bizi engelleyen, üzen, tartaklayan, ve belki sinyal vermeden dönüş yapan, sırada yerimizi kapan, sokakta taciz eden insanlarla hesaplaşma günümüz hayallerimizde bir yer kaplıyor. Bu hesaplaşmada bir hakem olmadığını farz edersek, geçmişte bize uygulanan küçük kötülüklerin faillerine yine küçük kötülüklerle mi cevap verirdik? Bazılarının yaşamaya değer olmadığına dair büyük öfke anlarında ortaya çıkan korkunç hissimiz, sürekli küçük kötülüklerle kışkırtıldığında gerçekliğe dönüşebilir mi? Wild Tales bu soruya “evet” cevabını veriyor, Arjantin’de ve belki Türkiye’de de.

Gerçekten kişisel tarihimiz bitmemiş hesaplaşmaların tarihi. Olmamış yanlarımızın ve derin mutsuzluğumuzun arkasında küçük kötülükler ve küçük yenilgilerin uzun tarihi var. Sokakta gördüğümüz ve hakkında hiçbir şey bilmediğimiz birisiyle ilk temasımızın canımızı yakacak bir kötülükle sonuçlanacağını varsayıyoruz. Şiddetin ve bilginin tekeline sahip devlete olan güvensizlik ve hukuksuzluğun yaygınlığına inanç, küçük kötülüklerle büyük kötülüklerin açısının dar olduğu algısını yayıyor. Sokak, potansiyel saldırgan, tecavüzcü, cani ve soyguncuların kuralsız dünyası oluveriyor. Filmdeki bir karakterin dediği gibi, “Baktığım her yerde şiddeti görüyorum”. Bu ürpertici dünyada hayatta kalabilmek için yalnızlığımıza ya da güvende hissettiğimiz aile ve dar arkadaşlık ortamlarına sığınıyoruz. Bazıları da küçük kötülüklerin ustası olup, hayattaki haz alanlarını genişletmeye çalışıyor.

Wild Tales’in 6 hikayesinden ikisi pozitif bir notla bitiyor. Bence bu iki hikaye yaşadığımız kötülük sarmalından temiz bir çıkış için bazı ipuçları veriyor. Birincisi, küçük kötülüklerin karşılıklı failleri arasında bir diyalogun gelişmesi. Bunu sırasıyla failler arasında ortak bir anlayış ve unutuş izliyor. İkincisi, küçük kötülükleri, bireyler arası kendini yavaşça yok etme uğraşının bir parçası olmaktan çıkarıp, politik bir eylem olarak kötülüklerin iktidarla bağlandığı noktalara yöneltmek. Anarşi ama siyaseten ciddi bir anarşi.

Cillop gibi film, izleyin!

Sinemap Bülteni

Sinemap’ın haftalık bültenine abone olmak için emailinizi girin.