Kız çocuğu korkusu

Korku sinemasında kız çocuğu motifinin tehdit ettikleri üzerine.

Korku filmlerinin baş karakterinin genelde küçük bir kız olması neden? Kız çocuğunu bir korku öğesi olarak kodlayan görsel kültür toplumsal yaşantımıza dair neler söylüyor? Kız çocuğuna atfedilen masumluk gibi nitelendirmelerle kız çocuğunu sinemada korkutucu yapan öğeler nasıl yan yana duruyor? Hikaye eskiye gidiyor.

The Bad Seed (1956) ve The Exorcist (1973) gibi janrın klasik filmlerinden, yakın zamanın ciddi yapımlarından The Ring’e (“Halka”, 2002) ve sonrasında sürüsüyle gelen benzerlerine, uzun soluklu bir ortak motiften bahsediyoruz. Bu motif Türkiye sinemasına tam gaz gireli sanırım baya oluyor. İzlemeden boktanlık atfettiğim kız çocuklu yerli korku filmlerinin sayısını bilmiyorum ama görünürlüklerinin arttığı hayli muhtemel. Ne zaman bir sinemanın önünden geçsem biçimsizleştirilmiş bir kız çocuğu (bazen de genç bir kadın) içeren film afişlerine rastlıyorum. Hayırdır?

Aklıma gelen basit bir açıklama şu: Küçük kız anormalliğin gündelik olanla kesişimine kolaylıkla monte edilebilir bir unsur. Korku öğesini gündelik hayatın içinde bulmanın filme kattığı gerçekçilik, izleyicinin üzerinde örneğin acayip çirkin bir uzaylının yaratamadığı güçlü bir etki yaratıyor (Alien?). Korkunun şiddeti izleyicinin kendisini gerçekten tehdit altında hissetmesiyle ya da tehdidin yakınlığını fark etmesiyle artıyor. Tehlikenin masumiyetle özdeşleştirilen küçük kız çocuğundan gelmesi, izleyiciyi gündelik hayatının en savunmasız olduğu anlarından birinde yakalıyor: Küçük bir kızla oynarken, onun elini tutarken…

Fakat gündelik hayata dair bu korku unsurunun aynı zamanda anormalliğe bir eğilimi olması lazım. Süper güçler tarafından anime edilen oyuncakların baş rolü oynadığı korku filmlerinin temel sorunlarından biri oyuncakların toplumsal normlarla etkileşime geçmemeleri. Oyuncakların aksine, korku unsuru olarak çocuk ahlaki tercihlerde bulunabilen, kuralları ve yasaları benimseyen ve eleştiren ve bunlara rağmen dünyayı yetişkinlerden farklı gören, çok boyutlu ve değişken bir varlığı ifade ediyor. Ama toplumun kurallarıyla etkileşim ve uyum sürecinin tamamlanmamış olması, meşru bir deliliğin çocuk evrenine dahil olmasını sağlıyor. Şiddet kapasitesi sınırlı da olsa var olan, hızlı bir öğrenme sürecinden geçerek kendisini dönüştüren bu muhteşem varlıkları norm dışı hareketlerinden dolayı tımarhaneye kapatmaktansa, sevgi ve ilgiyle büyütüyoruz. Onların anormallikleri başımız üstüne.

Ama anormallik günümüzün en büyük korkularından olmaya devam ediyor. Çocukların ve kısmen bunakların dışında anormalliğe tahammülümüz yok. Delilikten korkumuzu gölgeleyebilecek başka bir korku bulmak güç. İnsan ilişkilerinde ortak kuralların ve karşılıklı beklentilerin ilişkinin tüm taraflarınca el üstünde tutulduğu bir yaşam istiyoruz. Bu yaşam tahmin edilebilir, planlanabilir, korunaklı ve anlamlı bir yaşam olmalı. Deli olmayanların bakış açısından deliliğin anlam yoksunluğu hayatımızın “akışına” en büyük tehdidi arz ediyor. Eli silahlı bir asker ve çıplak bir deliyle sokakta yüz yüze geldiğimizde, şiddet kapasitesinin azlığına rağmen ikincisinin sebep olduğu rahatsızlığın orantısız yoğunluğu, ortak mantığa biatımızın bir yansıması. Anormallik şiddetten çok daha karmaşık ve korkutucu bir olguyu temsil ediyor. O kadar ki hayatımızı daha normal kılmak için şiddet görmeyi göze alabiliriz. Filmlerde bedene uygulanan şiddetin korkuttuğu kimse kaldı mı?

Özetle, anormalliğin ve gündelik yaşantının harika ve nadir birlikteliği kız çocuğunu sinemada korkunun güçlü bir unsuru yapıyor. Fakat, neden erkek çocuğunu aynı korku rollerinde çok daha nadir görüyoruz? Sanırım bu çok daha ilginç ve zor bir soru. Soruyu başka biçimlerde sormayı deneyelim. Kız çocuğunun daha büyük bir korku unsuru olmasını sağlayan ve erkek çocuğunda olmayan şey ne? Ya da çocukluktan başka kız çocuğunun bir korku unsuru olmasını sağlayan şey ne? Kız çocuğu özellikle kime tehdit arz ediyor?

Kız çocuğunun korku karakterine dönüşümü kurbanlıktan avcılığa bir geçiş, yetişkinlerin dünyasını tanıma, onun kurallarını manipüle edebilme üzerine bir ustalaşma ya da hızlı bir çocukluktan çıkış süreci olarak düşünülebilir. Kuralları koyan, mantığın temsilcisi yetişkinlerin yaş hiyerarşisine dayalı egemenliklerinin sarsılması, yani temelde yeniden üretim bazlı ailenin yok oluşu, hayatımıza çok büyük bir belirsizlik ekleyerek korkularımızı depreştiriyor. Aile erkek çocuğa aileyi koruma ve büyütme görevini atfederken, kız çocuğunun içeriden saldırısı karşısında çözülüyor.

İçine şeytan giren, yetişkin kötü birisinin sinsi zihnine sahip, cadılaşan kız çocuğu, kendisine binyıllardır atfedilen uysallık ve masumiyet gibi atıllaştırıcı cinsiyet normlarını altüst ediyor. Disiplinin hedef tahtası olmaktan şiddet uygulayıcılığına bu geçiş, toplumsal cinsiyetin sınırlarının ihlal edilmesi anlamına geliyor. “Erkekleşen” kız çocuğu patriarkanın altını oyuyor.

Kız çocuğunun ailenin iki temel direği olan yaş ve cinsiyet hiyerarşisine beklenmedik saldırısı, bir nevi intikamı, onu eşi bulunması zor bir korku unsuru haline getiriyor. Biz de korku filmi izlediğimizde “aile elden gidiyor” diye telaşa düşüyoruz.

Sinemap Bülteni

Sinemap’ın haftalık bültenine abone olmak için emailinizi girin.