The Little Drummer Girl: Tarafsızlık ve kimliksizlik

İsrail-Filistin çatışması üzerinden bireyin ikilemlerine odaklanan başarılı bir mini dizi.

The Little Drummer Girl, 6 bölümden oluşan bir BBC dizisi. Diziyi konusunu bile bilmeden izlemeye başlamamın sebebi yönetmeni Chan-wook Park. Park, Joint Security Area, Oldboy, Thirst ve The Handmaiden gibi filmleriyle yakın dönem Güney Kore sinemasının en etkili isimlerinden biri. Güney Kore sinemasıyla Oldboy sayesinde tanışıp hayran kalmıştım. Daha sonra izlediğim Joon-ho Bong filmleriyle (Memories of Murder, The Host, Mother) hayranlığım büyümüştü. Psikolojik drama türünün yakın zamandaki en iyi örnekleri bence kesinlikle Güney Kore sinemasından çıkıyor. Park’ın anavatanından uzaklarda geçse de, The Little Drummer Girl, bu yüzden bende acayip heyecan yarattı. (Hafif spoiler olabilir, olmayabilir de).

Heyecan ilk iki bölümden sonra yerini hayal kırıklığı ve kızgınlığa bıraktı. Dizi Filistinli teröristlerin bombalı bir saldırısıyla başlıyor, saldırının ardından başlayan soruşturmaları konu alıyor ve çoğunlukla Avrupa’da faliyet gösteren Mossad ajanlarının etrafında dönüyor. 1 Başlangıçtan itibaren politik olarak falsolu bir işin çıkma ihtimali hep orada. Mossad ekibinin şefini canlandıran Michael Shannon’un karizması ve hikayedeki merkezi konumu da filmi Siyonizm yanlısı bir propagandaya dönüştürmeye çok müsait. İkinci bölümde Shannon’un karakteri Kurtz, 1970ler Avrupasındaki gençlik hareketini gençlerin ebeveynlerine öfkesine dayandırınca diziyi o noktada bırakmayı ciddi düşündüm. ‘‘Ulan BBC bu diziyi çektiniz, bari Chan-wook Park’ı alet etmeseydiniz’’ falan dedim. Ama iyi ki devamını izlemişim.

İsrail-Filistin çatışmasına dair The Little Drummer Girl’den çıkarılabilecek mesaj ‘‘Filistin direnişinin motivasyon olarak doğru metot olarak yanlış olduğu’’ gibi bir şey sanırım. Buna rağmen dizi, İsrail ordusunun ve istihbaratının acımasızlığını ve vahşetini gösterdiği gibi, Filistin direnişinin sebeplerini de Filistinli militanların ağzından aktarabiliyor. Al Nakba’nın Filistin toplumsal (ve bireysel) hafızasında nasıl bir yara olduğuna dair etkileyici sahneler de mevcut. İsraillilerin siyasi motivasyonları aynı ölçüde belirgin değil (nasıl olsun?). ‘‘Terörerö’’ falan diyorlar işte. Buna rağmen, dizinin göze çarpan eksikliklerinden birisi Filistinli karakterlerin derinliğinin görece az olması. Hikaye çoğunlukla İsrail ajanlarının içerisinde geçtiği için sırf sahne süresi bakımından zorunlu bir sonuç olabilir bu. Yönetmen Lübnan’daki savaşçı kamplarında geçen sahnelerde Filistinli karakterlerine saygıyla, onları karikatürleştirmeden yaklaşıyor. Fakat belli bir tipleştirme dizi boyunca orada burada görülebilir.

The Little Drummer Girl, İsrail-Filistin çatışmasını ele alırken taraf tutmamaya özen gösteren yapımların arasına konulabilir. Bu bakımdan ana akım liberal Batı medyasının sınırları içerisinde top koşturuyor. Ama siyasi olarak bir tarafa çok yanaşmamaya özen gösterilse de, dizinin çoğu sahnesi Mossad hücrelerinde ve ajanlarının arasında geçerken bu tarafsızlığı koruyabilmek kendi başına bir başarı. Bunun arkasında, Park’ın, karakterlerinin ‘‘temiz’’ olmadığını, cinayetleri ve insan hakları ihlallerini amaçları uğruna kolaylıkla göze alabileceklerini izleyiciye sık sık hatırlatması var. Bir başka deyişle, Park, izleyicilerin karakterlere olan bağını ve özdeşleşmesini bir yandan inşa ederken diğer yandan bunların altını bilinçli olarak oyuyor. Ve bence yönetmenin dehası, tam da bu özdeşleşme ve yabancılaşma arasındaki narin dengeyi tutturabilmesinde görülebilir.

Park’ın izleyiciyi ekrandan itmeyi ve ekrana çekmeyi bu kadar hünerli bir şekilde kotarabilmesi dizinin bende en kalıcı özelliği oldu. Bazı sahnelerde ‘‘Abi yapma, sen yapma bari!’’ derken, bazı sahnelerde ‘‘Oha, Aferin lan!’’ dedim. İzleyicide, hikayeye dair bu denli güçlü reaksiyonlar yaratabilmek bence ustaca.

Florence Pugh, The Little Drummer Girl
Florence Pugh, ‘Charlie’ Rolünde

Dizinin baş karakteri İngiliz bir tiyatro oyuncusu olan Charlie de dizi boyunca izleyicilerin bu temel ikilemini paylaşıyor. Charlie’nin İsrail ve Filistin kampları arasında bir seçim yapmasının zorunluluğu dizi ilerledikçe kendisini daha fazla hissettiriyor. Charlie’nin taraf seçmeyi reddetme çabası, zamanla, onun bu karmaşık siyaset oyunları içerisindeki kimliğinin kendisi için de tanınmaz hale gelmesine yol açıyor. Bir sürü ölümün yaşandığı bir denklemin hem bir unsuru olup hem de tarafsız kalmak ellerimizden kiri arındırmıyor. Denklemin dışındayken sahip olduğumuz masumiyetimize geri dönemiyoruz. Aidiyetlerimizin bölünmesi bizi parçalanmış ve kimliksiz bırakıyor.

Charlie’nin içerisinde bulunduğu anlık koşullara uyum sağlamadaki başarısı ama daha genel bir bakış açısından motivasyonlarının neler olduğuna, ne istediğine dair bir izlenim elde etmenin izleyici açısından güçlüğü karakteri satranç tahtasında piyon haline getiriyor. Temel motivasyonu ‘‘Make love not war’’ naifliğinde, rüzgar nereden eserse o tarafa sürüklenir bir karakter gibi geldi. Yine de tüm hikayesinin bir tiyatro metaforunu baz aldığı ve her sahneyi (talihsizce) birbirinden bağımsız sahneler olarak ele aldığı düşünüldüğünde, Charlie’nin oynadığı rollerin dışındayken kim olduğu sorusu ertelenebilir ya da seyirciye havale edilebilir bir soru olabilir. Ne de olsa filmin sonunda oynadığı rollerin dışında nasıl var olacağını bilemez bir halde olduğunu görüyoruz. 2

The Little Drummer Girl diyor ki, tarafsızlık bizi sorumluluklarımızdan (ve belki de suç ortaklığımızdan) kurtaramaz. Bir tarafta yer almak için büründüğümüz rollerde ise gerçekte kim olduğumuzu yitirebiliriz. Bence bugünler için fena mesaj değil.

  1. Dizi, John le Carré’nin 1983’te basılan aynı isimli kitabını baz alıyor. Kitabı okumadığım için dizinin temel aldığı eseri nasıl yorumladığı veya değiştirdiğini bilmiyorum. 

  2. Dizide can sıkıcı bazı başka yamuklar da var. Misal: Mossad ekibinin büyük kısmı sürekli sahne alan etkisiz elemanlar niteliğinde, Avrupalı Filistin yanlısı radikaller karikatürleştirilmiş, Charlie’nin sevdiceği Gabi’nin ketumluğu bir süre sonra sıkıcılaşıyor, hikayeye nasıl oturduğunu çözemediğim seks sahneleri var (Olsun tabi!), izleyiciyi aptal yerine koyma seviyesine varan flashbackler vesaire. Tüm bunlara rağmen, Chan-wook Park’un garip sembolizmlerine ve özgün sinematografisine tanıklık etmek yine ayrı bir zevk. 

Sinemap Bülteni

Sinemap’ın haftalık bültenine abone olmak için emailinizi girin.