Yönetmenliğini Greta Gerwig’in yaptığı ve Louisa May Alcott’un aynı adlı romanından uyarlanmış Little Women (Küçük Kadınlar), Amerikan sivil savaşı yıllarında görece yoksul bir hanedeki kızkardeşlerin hikayesini anlatıyor. Birbirinden farklı karakter ve hayallere sahip bu genç kadınlar, yetişkinliğe adım atarken aşk, aile ve profesyonel hayatlarında bir dizi karar almak durumundadırlar. Bazıları kariyerlerine, bazıları ise yuva kurmaya öncelik verse de, ailelerine ve birbirlerine olan sadakatleri baki kalır. Bu kızkardeşler içerisinde ön plana çıkan kişi, aile evinden ayrılarak New York’a yerleşmiş olan yetenekli yazar Jo March’tır. Jo, yayın sektöründe kadın olmanın zorluklarını yaşarken, sanatı ve geçimini sağlama zorunluluğu arasında bir denge tutturmaya çalışır. Hikayelerindeki kadınların “evlenmesi ya da ölmesi” gerektiğini üsteleyen editörlerin baskısı altında kendi sesini bulmaya çabalar.
Little Women, hayatlarına yön verme iradesine sahip olmaya çalışan, bunun için kendileriyle ve başkalarıyla mücadele içerisinde olan kadınlar üzerine bir film. Zorunlulukların çokça olduğu ve fedakarlıkların beklendiği bir dünyada, kendi arzularının peşinden gitmek için, sanatta ve sanat dışında kendi renklerini ifade edebilmek için verilen mücadele filmin merkezinde yer alıyor.
Film, kızkardeşlerin birbirleriyle olan çoşkulu ve sevgi dolu birlikteliğini bizlere sunan, genel olarak iyi insanlara ve onların iyiliklerine odaklanan bir film. Fakat tüm bu tatlılığın, coşkunun ve iyiliğin ortasında, filmin başlıca derdi olan mücadeleyi göremiyoruz. March ailesi, ekonomik olarak fena bir durumda değil. Yakındaki malikanede kalan varlıklı Laurence ailesiyle güzel bir ilişki geliştirip onların da maddi-manevi desteğini alıyorlar. Savaşta olan babanın yokluğunda tümü kadınlardan oluşan March ailesi etrafına dünyanın en tatlı, anlayışlı ve yakışıklı erkeklerini toplamış gibi. Filmde aile içinde yaşanan bir trajedi, kızkardeşlerin yüreğinde bir iz bırakıyor. Ama o da sanki üzücü bir şey olsun diye filme eklenmiş. Özetle, ne March ailesinin hayatında, ne de oyunculuklarda, filmin en başından beri ima ettiği acılar ve mücadeleyi göremiyoruz. Jo March’a yazar olarak ilhamını veren şeyin ne olduğu, kitabında ne tür bir dramı işlediği benim için meçhul.
Yine de, 19. yüzyıl edebi kaynaklarına bir ölçüde sadık kalarak, kadınların mücadelesine dair güncel bir tartışmayı yürütebilmek her yönetmenin harcı değil. Greta Gerwig, bu bakımdan standartın üstü bir iş çıkarıyor. Meg March rolündeki Emma Watson iyi değil. Jo’yu oynayan Saoirse Ronan çok donuk. Florence Pugh, kadronun en iyisi.